Saturday, December 3, 2011

Wednesday, March 30, 2011

Tuesday, October 12, 2010

Sıradaki Balon

Tembellikten eskileri yayınlıyoruz. Orijinal tarih : 13.12.2009


Pek çok ekonomiste göre sistemin girip çıktığı krizlerin öncüsü balonlardır. Bu balonlar hemen her yönüyle bildiğimiz, sevdiğimiz plastik balonlar gibidir. Şişerken çok emek alır ama şiştiğinde etrafındakileri eğlendirir. Ancak patladığında ise etrafındakileri korkutur, bazıları balonun neden patladığını araştırırken bazıları balonun neden patladığına çoktan karar vermiştir. Pek çok kişi balon patladıktan sonra aslında daha şişerken patlayacağını öngördüklerini söyler, bazıları ise balonun patlamayacağı konusunda telkinler verenleri deşifre etmekle uğraşır. Fakat şişmiş balonun eğlencesinden olsa gerek ki kimse balon şişerken patlayacağını öngörenleri dikkate almaz, ya da daha kötüsü, balonun patlayacağını bile bile orada, balonun yanında durur. Balonun boyutu da bu noktada çok önemli değildir. Belki çok büyük bir helyum balonudur ve patlayıp çok büyük zarar verecektir ya da patlamayıp uçup gidecektir. Belki de ufak bir su balonudur, patladığında etrafındakileri rahatsız edecek ancak çok zararlı olmayacaktır. Balonun bu risklerinin bilinmesine rağmen balonun etrafındakiler niçin oradadır peki? Cevap kısaca söylemek gerekirse adrenalin, ancak ekonomik olarak söylemek gerekirse risk almaktır. Bu ekonomik risk sevdasına değinmeden önce yukarıda karşılaştırdığım iki balondan birini, ekonomik balonu açıklamanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Basitçe piyasadaki fiyatın ürünün içsel fiyatından farklı olduğu bir zamanda çok yüksek hacimde ticareti yapılması anlamına gelen balona bir çıkış tarihi vermek gerekirse, 1637 yılı uygun olur. Bu yılda ilk balon, lale çılgınlığıyla ortaya çıkmıştır. Osmanlı'dan gönderilen birkaç lale soğanının Hollanda'da bir üniversitede ekilmesiyle bu çiçeğin Avrupa'ya geçişi sağlanmış oldu. Popülerliği hızla artan bu çiçeğin Avrupa'da bir statü sembolü olarak görülmesi çok zaman almadı. Yapısından dolayı sadece haziran ve eylül arası taşınabilen bu çiçek yılın geri kalan aylarında piyasada vadeli satışla bulunuyordu. Lalenin kendisi satılmıyor, ancak noter huzurunda imzalanmış vadeli satış sözleşmeleri ile alışveriş yapılıyordu. Hollanda, 1610, 1621, 1630 ve 1636 yıllarında açığa satışı yasakladı ancak yasakların çokluğundan da anlaşılabileceği gibi bu pek işe yaramadı. 1634 yılında piyasaya spekülatörler girmişti. 1636 yılında ise Hollanda ciddi bir vadeli satış borsası oluşturmuş, iki tarafında herhangi bir ödeme yapmadan anlaştığı bu kurum 1937 yılında pazarın çökmesi yüzünden hiçbir teslimat yapamamıştır. Bu sırada fiyat 2500 florini bulmuştur ki dönemde iri bir öküzün 120 florin ettiğini söylemek karşılaştırma için yeterli olacaktır. Ancak burada bu yazıda değinmek istediğim kısım tarihte lale veya Hollanda'nın yeri değil, bu tarihle ilgili önemli nokta 1636 yılında Hollanda'da insanlar gelecekte lale soğanı sahibi olacakları taahhüdü için gayet yüklü bir miktarı ödeme isteklerinden öte bunu bölgede hıyarcıklı veba salgını olduğunu bile bile yapmalarıdır.

Lale çılgınlığını takiben pek çok balon ortaya çıktı. Bu balonlardan günümüzde hala etkisini görebileceğimiz bir tanesi 90'ların sonunda ortaya çıkan internet balonudur. İnternet balonu, web denen kavramın 90'ların ortasında popülerleşmesi ile ortaya çıktı. Webin popülerleşmesi ile yeniliğe ve kehanete aç yatırımcılar hemen web üstünde kurulan şirketlere, dönemin deyimiyle nokta-kom'lara para yatırmaya başladı. Bu nokta-kom'ların çılgınca yükselişi sadece yatırımcıların neredeyse kör inancıyla değil ayrıca bu şirketlerin işletme modelleriyle de alakalıydı. Bu şirketlerin temel prensibi hızlı büyümekti, bunu sağlamanın kolay yolu ise şebeke etkisi denilen yöntemi kullanmaktı. Şebeke etkisi basitçe müşteri sayısının ürünün değerine katılmasıdır. Örnek olarak internet bağlantısını verebiliriz; ne kadar çok kişi internet bağlantısı sahibi olursa bu hizmetin değeri kullanıcının gözünde o kadar artar. Zira bağlantı kurabileceği kişi sayısı artmıştır. Yöntemin güzel yanı belli bir noktadan sonra sürü etkisini ortaya çıkarır. Yani insanlar sırf herkes kullanıyor diye bu hizmeti almak isteyebilir ve böylece kolayca kırılamayacak, müşteri getiren bir döngü oluşturur. Bu durum da, en hızlı büyüyen şirketin sürü etkisini ve böylece kazanan döngüyü elde edeceğini gösterir.

Bunlar hızlı büyümeyi slogan haline getirmiş şirketlerin düşüncesini açıklamaya yeterli olsa gerek; ancak yatırımcılar bu aleni saadet zincirine niye girmiş, niye para yatırmıştır? Bunca yatırım yapıldığı bu sektör Mart 2000'de zirvesini gördü ve bu tarihten sonra da düşüşe geçti. Aşırı değerlenmiş bu şirketler ya zamanla yok oldu ya da büyük kalmayı başarmış şirketlerin kucağına düştü. Kehanet doğru çıktı, web artık yaptığımız her şeye bulaşmayı başardı. Ancak kâhinler karlı çıkmadı çünkü onlar yarın hakkında iyi fikirlere sahip olsalar da bugün ne olacağını, yarın hakkındaki bu bilgilerinin bugün kullanıldığında geleceğin şirketlerini 15 dakikalık ünleriyle birlikte nasıl tarihe gömeceğini görememişlerdi ya da en mantıklı gelen açıklama bu. Belki de bu kâhinler serbest piyasadaki tam bilgi kavramının bir kurbanı olmuşlardı. Herkes webin yükselen değer olduğunu bilir ve webi desteklerse web dayanabileceği seviyenin üstüne çıkıp onu destekleyenlerle birlikte aşağıya düşeceği tam bilginin içinde değildi belli ki. Ama tavsiye ve tüyolarla yatırım yapan küçük yatırımcının göremediği belli olan bu müstakbel düşüşü o tüyoları veren, webin yükselişi kehanetini yayanlar niye göremedi? Bir kısmı zaten şebeke ve sürü etkisinden faydalanmak isteyen işletme sahiplerinin el altından piyasaya sızdırdığı bilgilerdi. Ancak hala çöküşü bekleyen ve çöküşten önce bu işten çıkabileceğine inanan, filmlerde görmeye alıştığımız, son bir iş ve bundan sonra emekliyim diyen yatırımcılar ve bu yatırımcılara bakarak, onlar duruyorsa bir bildikleri vardır diye duran küçük yatırımcılar var.

Peki, patlamak üzere olduğu belli balonun yanında şişmesini izleyip, üç beş saniye daha eğlensem kardır diye düşünen; biraz daha gerçekçi bakmak gerekirse, son dakikada çıkar biraz daha fazla kazanırım diye küçük hesaplar yapan biri, bütün parasını, yılların tasarrufunu, gelecek için diye kenara attığı parasını böyle bir riske niye atar? Şöyle bir durum hayal edelim, kişinin elinde 100 lirası vardır ve 150 liraya yani 50 lira daha fazlasına ihtiyacı vardır, burada ihtiyaçtan kasıt gerçekten hayati bir ihtiyaçtır. Bu kişi parasını çılgınca yükselen bu pazara yatırsa ve 1 ay sonra kendisine gereken 50 lira farkı elde etse, devam edip 10 lira daha kazanmaya çabalaması ihtiyacını giderememesi anlamına geleceği için bu kişi parasını çekip ihtiyacını giderir. Ancak bu kişinin bir hayati ihtiyacı olmasa, 10 lira daha kazanmak için çabalayabilir ancak bu çabalama sırasında fazla bekleyip 160 lira yerine 90 lirayla da çıkabilir. Zira balonların klasik özelliği, ne kadar hızlı yükselirlerse yükselsinler daha hızlı bir şekilde düşerler. Bir ay bekleyip 50 lira kazanan kişi iki gün daha durup yatırdığından da azıyla çıkabilir. Bir de bu örnekte enflasyon yüzünden bir ayda kaybolan değer ve başka bir yatırımda kazanılabilecek olup şu anda kaybedilmiş olan alternatif değerin hesaba katılmadığını düşünürsek kaybın boyutu daha da artar.

O halde bu yatırımcı, daha fazla para kazanma hırsından dolayı, yani kazanmak olarak bir miktar belirlemeyip bilmediği bir maksimum noktayı hedef almasından dolayı bu yatırımdadır. Tamamen gerçekçi amaçlarla girdiğine inanmış olabilir, piyasanın bu ürüne aşırı bir değer biçeceğini ancak belli bir noktadan sonra, piyasanın daha fazla yatırmak istemediği veya yatıramadığı noktada fiyatın zirvede olacağına ve orada satacağını düşünmüş olabilir. Bütün bu doğru düşünceler birleşince ne yazık ki bir sayı vermez. Yapılan en iyi hesap bile, bilgi eksikliği, yöntem yetersizliği gibi sebeplerden dolayı kesin sonuç vermez, kaldı ki küçük yatırımcı bu hesapların çoğunu da yapmaz. Bu yüzden zirve belirlemek küçük yatırımcı için inanç meselesidir. Piyasaya ne kadar inandığını ona olan güveninden bunu da zirveden sonra ne kadar uzun süre hisselerini elinde tuttuğundan görebiliriz. Zirveden hemen sonra çıkanlar kendilerini zirvenin ne zaman olacağını bildiklerine, zirveden bu kadar kaybın kaçınılmaz olduğuna inandırırlar, aslında tecrübeleri sonucunda artık piyasaya güvenleri azalmıştır. Ancak ortada piyasaya olan inancın dışında başka faktörler de vardır, çünkü güveni kaybolmuş tecrübeli isimleri bir sonraki dalgada tekrar ellerinde sörf tahtalarıyla çırpınırken görürüz. O halde bu yatırımcıları harekete geçiren, şebeke ve sürü etkisi, paraya duyulan acil ve hayati ihtiyaç, hırs ve piyasaya inanç faktörlerinin dışında bir etki daha olmalı.

2001 yılında internet balonu sönmüş, ekonomi üstündeki bu şişkinliği atmıştı. Ancak yeni bir balon ortaya çıkmaktaydı ve artık küresel ekonomi iyice iç içe geçmişti. Bu yılda dünyanın pek çok yerinde konut fiyatları ve konut ipoteklerinin fiyatları hızla yükselmeye başladı. 2005 yılına gelindiğinde konut balonu zirve yapmış ve geçmişi gören kâhinler ortaya çıkmıştı. Yale üniversitesinden ekonomist Robert Shiller internet balonunda umduğunu bulamayan yatırımcıların yeni yükselen değer olarak gayrimenkule yöneldiğini söylemiş ve bu yeni yatırım aracını pokere benzetmişti. İnternet balonundan parayla çıkan ufak yatırımcı ve şirket sahiplerinin konut piyasasına olan bu ilgisi bankaların da dikkatini çekince konut fiyatları çıkabileceği en yüksek noktaya çıkmış, artık hem konut talebinden fazla konut arzı oluşmuş hem de arz fiyatı olağanüstü seviyelere çıkmıştı. 2006 yılında beklenen oldu ve konut fiyatları hızla düşmeye başladı, bugün hala düşmekte olan bu fiyatların yarattığı kriz de aynı fiyatların düşüşü gibi hala sürmekte. İnternet balonundan sağlam çıkanlar konut balonuyla patladı. Küçük yatırımcıların hırsları ve yetersiz hesaplarıyla bu akıntıda kaybolmalarını demin saydığım sebeplerle kısmen açıklasak bile, konut balonunda dev yatırımların devlet desteğine muhtaç kalması, evsiz barksız insanlara zar zor yardım eden devletlerin bu dev kurumları kurtarmaya çabalarken akıntıda çalkalanıp durmaları bize daha başka sebepler olduğunu gösteriyor. Devletin bu "yatırım" çabasını düzeni koruma çabası olarak görsek kendisini de küçük yatırımcı gibi bir kenara ayırırsak geriye dev şirketler kalır. Temelde ürün ve hizmetlerin gelecek değerlerini hesaplamak ve bu hesaplar üzerinden yatırım kararları almak maksadıyla kurulmuş bir kurum, herhalde bu konut fiyatı şu kadar olur orada durur diye tamamen duygusal bir tahmin yapan küçük yatırımcıyla aynı tahmini yapıp, yatırımının büyüklüğü dolayısıyla aynı yatırımı yapması hatayı kat be kat büyütür. Peki, daha fazla kar için daha fazla risk alan, yatırımını zehirli kâğıtlara yığan bu kurumu hırsın, dışında harekete geçiren ne olabilir?

Küçük yatırımcının, büyük kurumların, devletin içine girdiği veya girmek zorunda kaldığı bu yatırımın asıl sebebi sadece paraya ihtiyaç olamaz zira bu yatırımcılardan bazıları hiç para kazanamayacağını tahmin edebiliyor, ya da en azından edebiliyor olmalı; geriye sürü ve şebeke etkisiyle hırs ya da risk alma hevesi gibi psikolojik sebepler kalıyor. Baskın bir ekonomik sebebi olmayan bu yatırım arayışının psikolojik yönden birçok sebebi olabilir. Oyun teorisi ile çok yakın olan karar teorisi şüphe anında karar vermek için karar vericinin kararının beklenen değerine bakacağını gösterir. Daha önce de dediğim gibi bu durumda küçük yatırımcının beklenen değeri hesaplama noktasında eksik kalacağı açıktır, ancak büyük yatırımcıların da daha ufak hatalar bile yapsalar daha büyük miktarlar yatırdıklarından dolayı beklenen değeri yeterli kesinlikte bulamadıklarını görebiliriz. Bunun sebebi hesaplama sırasında ancak bilinmediği bilinen gerçeklerin göz önüne alınabildiği ve bilinmediği bilinmeyen gerçeklerin tahmini saptırması da olabilir basit bir hesap hatası da. Sonuç olarak bu yöntem bu yatırımlarda geçersiz kalır.

Doğal olarak yatırımcıların, yatırımın boyu ile alakalı veya alakasız olarak psikolojik faktörlerin etkisi altında kalması beklenebilir. Bir yatırımcı, yatırımının kaybedeceği kısmının bütüne olan oranına göre endişe, korku gibi hissiyatlara kapılarak yatırımdan erken çıkabilir. Ayrıca yatırımına oranla olası kazancı ne kadar büyük olursa daha fazla kazanma konusunda hırsı aynı miktarda artar. Yatırımcının kumar hevesi, adrenalin arayışı açıkça görülebilecek diğer sebeplerdir. Ancak bunların dışında, daha fazla bu yatırımda durarak ne kadar sabırlı olduğunu, yatırımdan ne kadar iyi anladığını, olası bir kazancın kendisine getireceğine inandığı saygınlığı arayışını, basit rekabet içgüdüsüyle diğer yatırımcılardan daha iyi olduğunu kanıtlama ihtiyacını diğer sebeplerin arkasında görebiliriz. Yatırımcı ekonomik sebeplerin arkasına gizlenerek, 1Maslow piramidinde fiziksel ve güvenlik ihtiyacının üstünde duran, hatta bazen güvenlik ihtiyacını da içeren, tüm evrelerde bir arayış görebiliriz. Gerçek kişiler için geçerli görünen bu piramit, gerçek kişilerin oluşturduğu bir sistem olan şirketlerde de rahatça görülebilir. Pek çok şirketin logoları, reklamları, misyon ve vizyonları arkasına sakladıkları bu piramit onları da sürekli diğerleriyle bir rekabete sokuyor, ufak olanlar fiziksel ve güvenlik ihtiyaçları içinde debelenirken büyükleri kendisine saygı, statü edinmek için para harcayıp yatırım yapmaktadır. Doğaya ve müşteriye saygılı görünme çabası için astronomik miktarlar harcayan kurumlar aslında kendilerine saygı aramakta bu ise basitçe pazarlamanın geldiği son evre, müşteri odaklılık gibi görülmekte, böylece şirketlerin saygı arayışının üstü örtülmektedir. Bir diğer büyük yatırımcı ise genelde kriz dönemlerinde ortaya çıkan ve yatırımına bir kar beklemeyen devletlerdir.

Devletler zaten başı sıkışanın kendilerine koşmalarıyla saygı ve statüyü kriz anında elde ediyorlar, zaten başka işleri olduğu için kendilerine ağlayarak koşan büyük ve küçük yatırımcı olmadan da bunu sağlıyor olsalar gerek, en azından sırf bize muhtaçsınız dersini vermek için kriz çıkarmadıklarını ümit ediyorum. Bu durumda devletin arayışı ilginç bir şekilde daha alt seviyelerde ortaya çıkıyor, güvenlik ve belki de varoluşunu tehdit eden fiziksel katta. Zira devlet pek çok görevinin yanı sıra açıkça belirtilmemiş ama hemen herkes tarafından kabul görmüş iktisadi emniyet ağı oluşturuyor, ya da bu kendisinden bekleniyor. Ancak devletler de bankalar gibi mal varlığını yatırımlarda kullanıyor ve ani talep olduğunda bankalar gibi afallıyor. Tabi banka bu durumda devlete başvurur ancak devletin başvuracağı bir üst kurum yoktur. Bu durumda devletin iki seçeneği olur, tabi krizi öngörmediyse ki öngörüldüğünde genelde kriz olmaz, ya yatırımlarla bağlamadığı parayı saçmak, ya da kriz vakti nakit lazım olur diyerek kenarda oturup batanları izlemek ki genelde bu ikincisini tercih edenlerin batışını da daha önce batan yatırımcılar izlerler. Böylece devletin elinde bir güvenlik krizi olur, zira eldeki para sınırlı olduğu için batanların bir kısmına dağıtılabilir ve diğerlerinin devlete güveni azalır. Ve genelde de daha az hata yaptığı inancıyla büyük kurumlara para gider, zira onlar uçak gibidir, çok nadir kaza yaparlar ama yaptığında da katliam olur. Tabi bankalara verilen paraların kredi olarak ekonomiye döneceği inancının da katkısı vardır.

Böylece piramidin her noktasından arayışlarla insanların ve kurumların bu ekonomik balonlardan pek çok farklı beklentisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeplerin yok olması bir ütopyada bile gayet zor olduğundan ekonomik balonların ve onların takipçisi ekonomik krizlerin ortadan kalkmayacağını söylemek şu an bildiklerimizle gayet normal olacaktır. Bu üç küme belirli arayışlarla bu balonlara katılacak ve işler iyi gitmezse hepsi ve hepimiz bir krizin içinde olacağız. Bir sonraki balonun ne olacağını eğer krizlerin aralıkları hesaplanabilir bir şekilde geldiğini kabul edersek internet kriziyle konut balonu arasında sürenin daha da azında bir balonun çıkacağını söyleyebiliriz. Bu da konut krizi bittikten sonraki balonun krizin tükenmesinden sonraki yıl hatta belki de aynı yıl içinde ortaya çıkacağı anlamına gelir. O zamana kadar hepimiz krizin etkilerini üzerimizden atıp bir sonraki balonda ve krizde üzerimize düşen rolleri oynamak üzere hazırlanmalıyız. Ekonomistlerin çok sık dediği gibi bari bir sonraki krize kadar bu krizi çözüp yenisine hazırlıklı olalım.







Kaynakça

  1. Garber, Peter M. (2000). Famous First Bubbles: The Fundamentals of Early Manias. Cambridge: MIT Press

  2. Goldgar, Anne (2007), Tulipmania: Money, Honor, and Knowledge in the Dutch Golden Age, Chicago: University of Chicago Press

  3. Cassidy, John. Dot.con: How America Lost its Mind and Its Money in the Internet Era (2002)

  4. Kindleberger, Charles P., Manias, Panics, and Crashes: A History of Financial Crises (Wiley, 2005, 5th edition)

  5. Elizabeth Warren and Amelia Warren Tyagi (2003). The Two-Income Trap: Why Middle Class Mothers and Fathers are Going Broke, New York: Basic Books

  6. Fred E. Foldvary (2007), The Depression of 2008, Berkeley: The Gutenberg Press

  7. Berger, James O. (1985). Statistical decision theory and Bayesian Analysis (2nd ed.). New York: Springer-Verlag.

  8. Maslow, Abraham (1954). Motivation and Personality

1 Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir. Bu piramit tabandan zirveye insanın şu ihtiyaçlarını kategorize eder: fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimi, ait olma gereksinimi, sevgi, sevecenlik gereksinimi, saygınlık gereksinimi, kendini gerçekleştirme gereksinimi.


Thursday, May 6, 2010

1


Erken Roma ile tarımın gelişmesi ve böylece de yerleşik düzene geçilmesi döneminde bir grup vardır. Bu grup tarım genel bilgi olmadan önce, düzensiz yapıda doğa bilgisine sahip, avcı-toplayıcı dönemde çevrelerindeki yapıyı tanıyan bir gruptur. Ancak tarım ve yerleşik kültür geldiğinde bu geçmişten kalan bilgilere sahip insanlar toplumun dışında bir yerde kalmışlardır. Zira bu grup tarımla değil toplayıcı yapıyla entegredir. Çevrelerinde insan yapısı olmayan şeyler bulunan ve bunların üstünde zamanla rafine olan engin bir bilgiye sahip bu bireyler ancak yerleşik toplum bir noktada tıkandığında, eski bilgilerini unutmanın ve terk etmenin yarattığı bir sorunla karşılaştığında aranır. Tarım toplumunun çözemediği sorunlar için başvurduğu atasıdır bu bireyler. Genel olarak bu ima edebiyata da yansımıştır. Edebiyatta pek çok defa güncel bilgilere aşinalığı yüzünden bir olayı çözemeyenlerin geçmiş bilgilere erişmek için "atalarına" başvurdukları görülür. Tarım öncesi dönemin bilgilerini saklayan bu atalar bazı durumlarda kendilerini toplumun lideri noktasına getirmiş, tarım döneminde başı derde giren toplumuna yol gösterici olarak kendini öne sürmüş ve toplumun yönetimini ele almışlardır. Bu toplumlar ya gençlerin eski düzeni yıkıp yeni düzene geçişi sağlamalarıyla ya da tamamıyla eski de kalıp yok olmasıyla son bulur. Buna ingiliz edebiyatının efsanevi kralı Arthur'u örnek gösterebiliriz. Pek çok farklı anlatım olsa da temel yapı genç arthur'un yaşlı düzene karşı çıkmasını anlatır. Eski düzenin temsilcisi ya cadılar, druidler gibi tarım öncesi doğa konusunda uzman kabul edilen kişilerdir ya da hayvan ve bitki isimleriyle tasvir edilerek doğanın ta kendisidir. Bazı yorumlar Arthur'un kılıcı taştan çıkarmasına taş kullanımından metale geçiş olarak bakarken bazıları bu olayı çok önemsemeyerek Kamelot gibi efsanevi bir kalenin yapılışına dikkat çeker, metal işleme ile mühendislik arasındaki ortak nokta ise teknolojik gelişmedir. Arthur ile birlikte doğa üstüne bilgi sahibi olmanın yönettiği devir kapanmış, teknoloji ile yönetim başlamıştır. Eski düzene bağlı kalmanın sonunu oluşturduğu bir topluma örnek olarak ile yine aynı adadan keltleri veya fransa'dan galyalıları verebiliriz. İki toplumda karşılarındaki teknolojik gelişmeyi temsil eden roma ordularına yenilmiştir. Bu toplumlar zaman içinde kendi ülkelerinde zorlukla bulunacak kadar ufak bir azınlık haline gelmişlerdir. Çoğunluk ise galyalı da olsa kelt de olsa artık romalı olmuştur ve eski düzeni teknoloji için terk etmiştir. Bu yeni toplumun artık ne geçmiş ile ilgili bilgileri saklayan grubu vardır ne de güncel bilgilere sahib bir grubu, artık bilgi harici bir gücün kontrolündedir. Bu yüzden eski bilgilere sahip bir grup da çıksa yeni bilgilere sahip bir grup da çıksa bu toplumu yönetebilir.

Eski düzen ile yeninin çatışması Avrupa'da din ile de gözükmüştür. Tarım öncesi toplumların pagan yapıları ve druidleri roma ile birlikte yeni bir çok tanrılı yapıyla yer değiştirmeye başlamıştır. Roma ile birlikte yönetim de tanrısal bir seviyeye kendini taşımıştır, eski düzende ise temelde tek tanrı liderliğinde bir tanrılar birliği vardır. Bu Roma'nın ve temsil ettiği yeni tarım toplumunun uzandığı doğuda da batıda da etki yaratmıştır. Yunanlıların lider tanrısı ve diğer tanrıları ve aynı şekilde keltlerin lider tanrıçası ve diğer tanrıları da artık roma tanrılarıyla yer değiştirmektedir. Toplum eski tanrılarına ve onların temsilcisi olan rahiplerine değil, yeni tanrılarına ve onların temsilcisi olan romalı rahiplere danışmak, bilgiyi onlardan almak zorunda kalmıştır. Eski tanrılarla yeni tanrılar arasındaki itişmede kazanan tarafı belirlemek için Roma askeri gücünü eski tanrıların temsilcilerini ve dolayısıyla toplumun fikir yaratıcılarını ortadan kaldırmaya kullanmıştır. Zaten yeni dönemin getirdikleriyle büyülenmiş olan toplum bu kazanımlarını nasıl kullanacağını sorduğunda eski düzenin temsilcileri kendilerine düşman olarak gördükleri bu tavırdan kurtulmak için halkı yenilikten soğutmayı denemiştir. Temelde eski düzen ile yeni düzen arasındaki çatışmanın en önemli sebeplerinden biri de budur. Yönetimin de dini bir noktaya gelmesi toplumun daha kolay benimseyebileceği bir durum yaratmıştır.

Zamanla tarım öncesi dönemin bilgilerine sahip kesim iyice azalmış, zaten topluma karışamaz yapıları kendilerine yapılan baskılarla "zorunlu" görünüm kazanmış ve yeni düzenin bilgi dağıtıcı gruplarıyla tatmin olmayanları doyuran bir niş haline gelmiştir.

Batı tarafında eski düzeni savunan druidler Roma baskıları ve toplumsal değişimler sayesinde, gizemli, bilge ve her soruna çözüm sağlayabilecek kaynaklar haline gelmişlerdir. Toplayıcı toplumun bilgileriyle doğanın insan yapısı olmayan kısımlarında engin bilgiye sahip bu kişiler artık yeni düzenin kendilerinden "korkması" sayesinde olduklarından öte bir noktaya gelmiş ve çözülemeyen her sorunun çözümü olmuşlardır.


Doğuda ise toplumun yeni düzen daha etkili bir ilerleme içindedir zira Roma imparatorluğundaki genişleme önce batıya sonra doğuya olduğu bir yapıdadır. Doğuda nüfus batıya kıyasla daha yüksek olduğundan ve geçmişte de düzen değişimleri yaşandığından dolayı geçiş daha az sorun yaratmıştır. Ancak belli bir noktadan sonra Roma'nın yeni olarak sunduğu tarıma dayalı yerleşik düzen zaten mevcuttur ve onu uygulamayı zorlayan teknolojik olarak gelişmiş ordu ise artık gelişiminin sonlarına gelmiş ve daha da önemlisi karşısında savaşacağı daha fazla ordu kalmamıştır. Bu noktadan sonra yeni düzenin tarım ve yerleşik toplumu değil, teknik ve mühendisliği ön plana çıkarması gerekmektedir. Ancak toplum yeni düzen ile birlikte gelen bilgi yayıcıları batıda olduğu gibi kolay kabullenmemiştir. Roma kendi içinde homojen bir yapı sağlamakta zorlanacak kadar büyümüştür. Batı tarafındaki kaynakların doğu tarafına gelmesini sağlayacak lojistik bir sistem olsa da yeni düzenin fikrini yayanlar Roma'nın odaklandığı noktada gelişmekte iken diğer noktalarda yerel yapının etkisinde kalarak eski düzenle birleşerek saflığını kaybetmekteydi. 1.yy'da başlayan yahudi isyanları ile odak tamamen doğuya döndüğünde batıdakiler önce bastırıldığı için çekici hal alan eski düzenin bilgilerine yaklaşıyor, bu düzen geçerlilik kazanmaya başlayınca yeni düzendeki sorunları ile yeni düzenin bilgi sağlayıcılarına geri koşuyordu. Doğuda ise yeni düzen bölgedeki yapıya karşı anlatabileceği savaş efsanelerini ve aynı savaşlarda kazanılan topluma sunularak gönül kazandıracak ganimetleri çoktan tüketmiş bir halde gelmişti. Ancak doğu zaten tarımsal ve yerleşik yapıya geçmiş ve geçmişten çok savaş ganimeti harcamış olduğu için eli neredeyse boş gelen bu yeni düzene tabi olup; teknik ve mühendislik harikaları için vergi vermek istemiyordu. Doğuda eski düzen tarımın erken gelişmesi ve toplayıcılığın da çok verimli olmaması ile birlikte batıdakine benzer savunucular bulamamıştı.

Avrupa çapında tarım toplumuna ve yerleşik düzene geçilirken dışarıda kalan ve yeni topluma entegre olamayan sınıf her zaman yeni düzenin yanında bir alternatif olarak kaldı. Yeni düzenin çözemediği bir sorun çıktığında, yeni düzen yetersiz göründüğünde başvurulan; yeni düzen zor geldiğinde, çıkmaza girdiğinde veya basitçe seçenek sahibi olarak hissetmek istendiğinde orada olduğu bilinmesiyle iç rahatlatan bir yapı olarak her zaman eski düzen sürer. Bazı durumlarda insan hafızası ve nostaljinin de ilginç etkileriyle toplumlar eski düzeni ve onun bilgi sahiplerini farklı bir şekilde yeniden zihinlerinde tasarlarlar. Örneğin 19.yy romantizmi bütün orta çağı yeniden yazmıştır. Aynı şekilde de orta çağın büyük kısmında da hem tarımsal ve yerleşik düzenin iyice zor katlanılır bir hale gelmesi ve yoksullukla, hem de nostaljinin etkisiyle eski düzen, tarım öncesi yapı bambaşka bir şekilde algılanmıştır. Tarım döneminde işçi edinmek için olabildiği kadar çok çocuk yapmaya çalışan aileler eski düzende insanların çocuk gayesi olmadan sadece istek ve dürtüleriyle bir araya gelen çiftler hayal etmiştir. Artık kendi yetiştirdiği ürünü bilen ve gerisiyle alakadar olmayan çiftçi eski düzendekilerin her türlü bitkiyi tanıdığı ve türlü çeşitli karışımlarla her istediğini elde edebileceği fantezisine inanmıştır. Dini kavramlar konusunda çok yetkin ve bilgili olmayan toplum eski düzendekilerin tanrılarıyla neredeyse bütünleşik bir hayat yaşadığını düşünmektedir. Avrupa'da eski düzenin temsilcileri dini olarak çok yabancı ve yanlış görülmezken hristiyan öğretiyle birlikte üstlerindeki baskı sadece yeni düzenin bilgi sahiplerinden değil yeni düzene uyum sağlamış toplumun kendisinden de gelmeye başladı. Artık eski düzen ve onun temsilcileri yeni düzende yaşayanların hep üstünü örttükleri bir yerlerde hata yaptıkları inancını hatırlatır hale gelmişti. Eski düzen bu kadar mükemmel olmasına rağmen şu anda zorluk içinde boğuşan toplum içten içe bir yerlerde yanlış yaptığını düşünüyor, eski düzeni ve onu temsil eder kabul ettikleri herkesi kıskanıyor ve öfkeleniyordu. Bu öfkenin iki sonucu olabilir; ya toplum yanlışlık yaptığını açıkça kabul edip yanlış bir şey arayacak ve değişim ortaya çıkacak ya da yanlışlık yapanın başkası olduğunu, çözülemez bir mekanizmanın birilerinin çomak sokmasıyla onlara bu sonucu çıkardığını düşünerek öfkesini bu çomağı soktuğuna inandıklarına salacaktır. Orta çağın çoğunda Avrupa'da toplum bu çözülemez mekanizmayı tanrı olarak aldı ve çomak soktuğuna inandıklarının hepsine öfke ile saldırdı. Bu yahudileri, müslümanları ve hatta hala aydınlanamamış paganları içeriyordu. Cadı veya büyücü olduğu iddiasıyla yakılanlar en azından açıklanabilir bir sebep duymuşlardı, diğerleri ise büyük ihtimalle bu olayların niye olduğunu bile fark etmedi. Ancak bu yöntemle insanların öfkesi değil ancak sayısı azalabilir. Büyüyen bu öfke artık her husumetin bir tarafın diğerini bu mekanizmaya bir şekilde çomak sokmakla suçlamasıyla son buluyordu. Sonunda toplumun diğer çözümü seçim bir yanlışlık yaptığına inanıp bunu çözme çabasına başlayarak yeni bir düzen ortaya çıkardı.

Followers